DOKUZUNCU SÖZ
فَسُبْحَانَ اللّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ
وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun.
Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.
Evet herbir namazın vakti,
• mühim bir inkılab başı olduğu gibi,
• azîm bir tasarruf-u İlahînin âyinesi
• ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma’kesi
olduğundan, Kadîr-i Zülcelal’e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta’zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.
Şu ince ve derin manayı bir parça fehmetmek için “beş nükte”yi nefsimle beraber dinlemek lâzım…
Birinci Nükte
Namazın manası, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve ta’zim ve şükürdür.
• Yani, celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis
• Hem kemaline karşı, lafzan ve amelen “Allahü Ekber” deyip ta’zim
• Hem cemaline karşı, kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillah” deyip şükretmektir.
Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler.
Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar.
Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın manasını te’kid ve takviye için şu kelimat-ı mübareke, otuzüç defa tekrar edilir. Namazın manası, şu mücmel hülâsalarla te’kid edilir.
İkinci Nükte
İbadetin manası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister;
• rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalaletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.
• Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za’fını ve mahlukatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahü Ekber deyip huzû ile rükûa gidip ona iltica ve tevekkül etsin.
• Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlukatın fakr u ihtiyacatını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbının ihsan ve in’amatını, şükür ve sena ile ve Elhamdülillah ile ilân etsin.
Demek, namazın ef’al ve akvali, bu manaları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlahîden vaz’edilmişler.
Üçüncü Nükte
Nasılki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır
ve Fatiha-i Şerife, şu Kur’an-ı Azîmüşşan’ın bir timsal-i münevveridir.
Namaz dahi bütün ibâdâtın enva’ını şamil bir fihriste-i nuraniyedir
ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
Dördüncü Nükte
Nasılki haftalık bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar.
Öyle de; Cenab-ı Hakk’ın bir saat-ı kübrası olan şu âlem-i dünyanın
• sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı
• ve dakikaları sayan seneler
• ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan
• ve günleri sayan edvar-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar. Meselâ:
• Fecir zamanı, tulûa kadar,
• evvel-i bahar zamanına,
• hem insanın rahm-ı madere düştüğü âvânına,
• hem semavat ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ihtar eder.
• Zuhr zamanı ise,
• yaz mevsiminin ortasına,
• hem gençlik kemaline,
• hem ömr-ü dünyadaki hilkat-ı insan devrine
benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyat-ı rahmeti ve füyuzat-ı nimeti hatırlatır.
• Asr zamanı ise,
• güz mevsimine,
• hem ihtiyarlık vaktine,
• hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve in’amat-ı Rahmaniyeyi ihtar eder.
• Mağrib zamanı ise,
• güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlukatın gurubunu,
• hem insanın vefatını,
• hem dünyanın kıyamet ibtidasındaki harabiyetini ihtar ile, tecelliyat-ı celaliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
• İşâ’ vakti ise, âlem-i zulümat, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini,
• hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini,
• hem vefat etmiş insanın bakiyye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini,
• hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhar-ı Zülcelal’in celalli tasarrufatını ilân eder.
• Gece vakti ise,
• hem kışı,
• hem kabri, hem âlem-i Berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahman’a ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır.
Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve Berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılabat içinde Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ü senaya müstehak olduğunu ilân eder.
• İkinci sabah ise,
• sabah-ı haşri ihtar eder.
Evet şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar makul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, Berzahın baharı da o kat’iyyettedir.
Demek bu beş vaktin herbiri, bir mühim inkılab başında olduğu ve büyük inkılabları ihtar ettiği gibi;
kudret-i Samedaniyenin tasarrufat-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle;
• hem senevî,
• hem asrî,
• hem dehrî, kudretin mu’cizatını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır.
Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubudiyet ve kat’î borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve ensebdir.
Beşinci Nükte
• İnsan fıtraten gayet zaîftir. Halbuki her şey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder.
• Hem gayet âcizdir. Halbuki belaları ve düşmanları pek çoktur.
• Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyacatı pek ziyadedir.
• Hem tenbel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır.
• Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zeval ve firakı, mütemadiyen onu incitiyor.
• Hem akıl ona yüksek maksadlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.
***
İşte bu vaziyette bir ruh;
fecir zamanında
bir Kadîr-i Zülcelal’in, bir Rahîm-i Zülcemal’in dergâhına niyaz ile namaz ile müracaat edip arzuhal etmek, tevfik ve meded istemek ne kadar elzem ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinad olduğu bedaheten anlaşılır.
***
Ve zuhr zamanında ki, o zaman,
• gündüzün kemali
• ve zevale meyli
• ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü
• ve meşâgılin tazyikından muvakkat bir istirahat zamanı
• ve fâni dünyanın bekasız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti
• ve in’amat-ı İlahiyenin tezahür ettiği bir andır.
> Ruh-u beşer, o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o manasız ve bekasız şeylerden çıkıp Kayyum-u Bâki olan Mün’im-i Hakikî’nin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiane etmek
> ve celal ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek
> ve kemal-i bîzevaline ve cemal-i bîmisaline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek
demek olan zuhr namazını kılmak; ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasib olduğunu anlamayan insan, insan değil…
***
Asr vaktinde ki o vakit,
• hem güz mevsim-i hazînanesini
• ve ihtiyarlık halet-i mahzunanesini
• ve âhirzaman mevsim-i elîmanesini andırır ve hatırlattırır.
• Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı,
• hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlahiyenin bir yekûn-ü azîm teşkil ettiği zamanı,
• hem o koca Güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle; insan bir misafir memur ve her şey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır.
Şimdi ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan,
> kalkıp abdest alıp şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâki ve Kayyum-u Sermedî’nin dergâh-ı Samedaniyesine arz-ı münacat ederek,
> zevalsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesabsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek,
> izzet-i rububiyetine karşı zelilane rükûa gidip,
> sermediyet-i uluhiyetine karşı mahviyetkârane secde ederek,
> hakikî bir teselli-i kalb, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyasında kemerbeste-i ubudiyet olmak
demek olan asr namazını kılmak, ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münasib bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu; insan olan anlar.
***
Mağrib vaktinde ki o zaman,
• hem kışın başlamasından yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlukatının veda-i hazînanesi içinde gurub etmesinin zamanını andırır.
• Hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firak-ı elîmane içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır.
• Hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dâr-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır
• ve zevalde gurub eden mahbublara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir zamandır.
İşte akşam namazı için böyle bir vakitte, fıtraten bir Cemal-i Bâki’ye âyine-i müştak olan ruh-u beşer,
> şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâki-i Layezal’in arş-ı azametine yüzünü çevirip
> bu fânilerin üstünde “Allahü Ekber” deyip
> onlardan ellerini çekip hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp
> Daim-i Bâki’nin huzurunda kıyam edip
> “Elhamdülillah” demekle; kusursuz kemaline, misilsiz cemaline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü sena edip
> اِيَّاكَ نَعْبُدُ
“(Ey Rabbimiz) ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Ey Rabbimiz) ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. demekle, muinsiz rububiyetine, şeriksiz uluhiyetine, vezirsiz saltanatına karşı arz-ı ubudiyet ve istiane etmek,
Büyük ve yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim. deyip Rabb-ı Azîm’ini tesbih edip;
En yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim. demekle zevalden münezzeh, kusurdan müberra Rabb-i A’lâsını takdis etmek;
> sonra teşehhüd edip, oturup bütün mahlukatın tahiyyat-ı mübarekelerini ve salavat-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemil-i Lemyezel ve Celil-i Lâyezal’e hediye edip
> ve Resul-i Ekrem’ine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatını izhar edip
> ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmanesini müşahede edip Sâni’-i Zülcelal’in vahdaniyetine şehadet etmek;
> hem saltanat-ı rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyatı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın risaletine şehadet etmek
demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latif, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubudiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyane bir sohbet ve daimane bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir!
***
İşâ’ vaktinde ki o vakit,
“gece ve gündüzü birbiri ardına çeviren Allah” bk. Nur Sûresi, 24:44. olan Kadîr-i Zülcelal’in o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufat-ı Rabbaniyesiyle
• yazın müzeyyen yeşil sahifesini, kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki مُسَخِّرُ الشَّمْسِ وَ الْقَمَرِ
“Güneş ve Ayı emri altında tutan ve onları hizmetimize veren Allah” bk. Râd Sûresi, 13:2. olan Hakîm-i Zülkemal’in icraat-ı İlahiyesini hatırlatır.
• Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiyye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayat’ın şuunat-ı İlahiyesini andırır.
• Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harab olup, azîm sekeratıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın tasarrufat-ı celaliyesini ve tecelliyat-ı cemaliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.
• Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mabud ve Mahbub-u Hakikîsi o zât olabilir ki; gece gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sahifeleri gibi sühuletle çevirir, yazar bozar, değiştirir. Bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu isbat eden bir vaziyettir.
İşte nihayetsiz âciz, zaîf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümatına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisat içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer,
> yatsı namazını kılmak için şu manadaki işâ’da İbrahimvari لاَ اُحِبُّ اْلآفِلِينَ
“Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, ‘Rabbim budur!’ dedi. Yıldız sönünce de, ‘Ben öyle sönüp batanları tanrı diye sevmem’ (dedi).” En’âm Sûresi, 6:76. deyip
> Mabud-u Lemyezel, Mahbub-u Layezal’in dergâhına namaz ile iltica edip
> ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde, bir Bâki-i Sermedî ile münacat edip bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudatın ve ahbabının firak ve zevalinden neş’et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahman-ı Rahîm’in iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek;
> hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel, son vazife-i ubudiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâte kıyam etmek,
• yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mabud ve Mahbub-u Bâki’nin
• ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerim’in
• ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîm’in huzuruna çıkmak..
> hem اِيَّاكَ نَعْبُدُ
“(Ey Rabbimiz) ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, ezel ve ebed sultanı olan Mâlik-i Yevmiddin’e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. demekle bütün mahlukat namına kâinatın cemaat-ı kübrası ve cem’iyet-i uzmasındaki ibâdât ve istianatı ona takdim etmek;
> hem اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
“Bizi doğru yola ilet.” Fâtiha Sûresi, 1:6. demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden, nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;
> hem bütün mahlukatın secde-i kübrasını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlukat gibi her senede, her asırdaki enva’-ı mevcudat, hattâ Arz, hattâ Dünya, birer muntazam ordu, belki birer mutî nefer gibi vazife-i ubudiyet-i dünyeviyesinden emr-i كُنْ فَيَكُونُ
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82. ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevalde gurub seccadesinde “Allahü Ekber” deyip secde ettikleri;
> hem emr-i كُنْ فَيَكُونُ
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82. den gelen bir sayha-i ihya ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık onlara iktidaen o Rahman-ı Zülkemal’in, o Rahîm-i Zülcemal’in bâr-gâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde “Allahü Ekber” deyip sücuda gitmek, yani bir nevi mi’raca çıkmak
demek olan işa namazını kılmak, ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar makul ve münasib bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.
Demek şu beş vakit,
• herbiri birer inkılab-ı azîmin işaratı
• ve icraat-ı cesîme-i Rabbaniyenin emaratı
• ve in’amat-ı külliye-i İlahiyenin alâmatı
olduklarından; borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi, nihayet hikmettir…
***